“ Yaratıcılık her zaman mevcut durumu yok etmeyi, kişinin içindeki eski kalıpları yok etmeyi, çocukluktan beri sarıldığı şeyleri kademeli olarak yok etmeyi ve yeni, özgün yaşam biçimleri ve yolları yaratmayı, olasılıklarını gerçekleştirmesini içerir." Rollo May

Sanatın şifaen kullanımının modern psikolojiden çok daha öncesine, paleolotik dönem mağara resimlerine kadar uzanan bir geçmişi bulunmaktadır. Sanatsal dışavurum insanlık tarihi boyunca kültürden kültüre çeşitlilik göstererek, dönemin ruhunu yansıtmaya ve aynı zamanda şekillendirmeye devam etmiştir. Bugün bildiğimiz anlamda sanat psikoterapileri ve dışa vurumcu sanat terapilerinin doğuşu ise 20. yüzyılın ortalarına dayanmaktadır. Sanat psikoterapileri dünyada belirli bir uzmanlık dalı haline gelmiş ve giderek daha da da yaygınlaşan bir yaklaşım olsa da ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlamaktadır. 

Sanat psikoterapileri bir psikoterapi yaklaşımıdır ve dolayısıyla sanatsal bir yetenek gerektirmez. Değişim için gerekli olan yaratıcılığı merkeze koyarak, kişinin kendisiyle sözün ötesinde bir diyalog kurmasına, iç dünyasını dışa yansıtıp somutlaştırarak kendini anlamasına, yeniden şekillendirmesine yardımcı olur.  Sanat Terapileri içinde bir çok okulu, kuramı ve yaklaşımı barındıran bir ana başlık gibidir. Her yaş grubuna, eğitim düzeyine uygundur; hastaneler, klinikler, okullar, afet ve travma saha çalışmaları, kadın sığınma evleri, hapishane, çocuk esirgeme kurumu gibi pek çok yerde bireysel ya da grup terapileri ile uygulanabilmektedir.  


Sensorimotor Sanat Terapileri

“Benlik herşeyden önce ve öncelikle Bedensel Benliktir” Sigmund Freud

Sensorimotor yani duyu- hareket gelişimi, zihinsel ve duygusal gelişimin, hatta dilin yani sembolik düşüncenin gelişimin temelini oluşturur. Bebekler de çevreleriyle böyle etkileşime girerler, yakınlığı, bağı bu şekilde kurar. Motor dürtüler ve onların duyusal geri bildirimleri, dünyayla olan temel ilişkilerimizi tanımlar.  Tüm yaşamımız boyunca sevgiyi, güveni, şiddeti, istismarı öncelikle beden ile yaşarız ve içselleştiririz. 

İşte sensorimotor sanat terapisi, çok zengin bir psikolojik- feslsefi- nörolojik kuramsal alt yapıya sahip olan, travma bilgisine dayalı beden odaklı bir dışavurumcu sanat terapisidir. Yukarıdan aşağıya yani bilinçten yola çıkarak derinleşen ana akım terapilerden farklı bir şekilde, dipten yüzeye yani bilinç dışından yola çıkıp bilince ilerleyen bir yol izler. Diğer bir deyişle, bir imge veya anı gibi üzerine konuşmak yerine, söz öncesine dokunarak, o an oradaki pür bedensel karşılaşma ile yola bilişin ardındakini yüzeye çıkarmaya çalışır. 

Erken çocukluk deneyimleri, kazalar, tıbbi ve cinsel travmalar da sensorimotor geri bildirim ile bedenleşir. Bu tür anılar genellikle sözlerle ifade edilemez, çünkü olaylar yaşandığında beynin bilişsel işlevi yeterince gelişmemiş veya çevrimdışı olmuştur. Bu tip deneyimler ifade edilse bile çoğu zaman yeterli olmadığı hatta tetikleyici olabileceği bilinmektedir. Sensorimotor sanat terapisi kasların ve iç organların, kalp atış hızı ve nefesin bizim varoluş hissimizi nasıl şekillendirdiğine dair farkındalığı uyandırır. Güvenli bir ortamda giderek daha da derinleşen böylesi bir sanatsal yaratıcılık süreci, geçmişin öğrenilmiş, acılı veya ayrışmış yapılarına ulaşmaya yardımcı olabilmekte; belki de daha da önemlisi kendilik değerini ve özgüveni açığa çıkaran güçlendirici sensorimotor deneyimleri de teşvik eder. Yani, sadece sorunu tanımlamaz, kişinin dürtüsel arayışıyla yeni ve iyileştirici yolunu bulmasına yardımcı olmayı niyet edinir.

Sensorimotor sanat terapilerinde sözel ifadeye de yer verilmektedir. Terapistle, seans içinde olan deneyimler üzerine konuşmalar, kişilerin deneyimlerini ve yeni yaratımlarını yorumlayarak içselleştirmelerini, bilinç dışı ve bilinç arasında bir köprü kurarak kendi dünyalarını yeniden anlamlandırmalarını ve bütünlük hissetmelerini sağlar. 

Kil Alanı Terapisi (Clay Field Therapy) ve Yönlendirmeli Çizim (Guided Drawing) Sensorimotor Sanat Terapileri’dir. Aynı zamanda, diğer derinlemesine terapi yöntemleri, beden odaklı trama terapileri ve sanat terapileri ile entegre etmek mümkündür. 


Kil Alanı Terapisi (Clay Field Therapy)

“Varlık ellerin içindedir” Heinz Deuser

Kil Alanı Terapisi, tensel duyunun hassasiyeti ve ellerin dürtüsel hareketlerinin rehberliği vasıtasıyla kişinin en samimi ihtiyaçlarına, dürtülerine ve hislerine doğrudan temas etmesini sağlar ve zihinsel koşullanmaların, sözün ötesine geçebildiği bir bilinç dışı çalışma gerçekleştirmesine olanak tanır. Kil Alanı’ndan eve götürülen bir nesne ya da sanatsal eser değil; kişinin her seans eski benlik kalıplarını yıkarak yeniden yarattığı, kendisi ve dünya ile ilişkisini ele alarak yeniden şekillendirdiği, yeni bedensel deneyimlerle inşa ettiği yeni anlamlardır. 

Orijinal adıyla Arbeit am Tonfeld, daha çok bilinen adıyla ise Clay Field Therapy’nin geçmişi 50 yıl öncesine, Almanya’da kuramın kurucusu Prof. Heinz Deuser’in Cornelia Elbrecht ile yaptığı çalışmalara dayanır. O günden bugüne değişen ve gelişen Kil Alanı Terapisi, bir haptik terapi olarak tanımlanmaktadır. Yani merkezinde ellerin geçirdiği süreç, tensel duyu ve dokunsal ilişkideki karşılaşmalar bulunmaktadır. 

Ten sadece bedeni saran bir organ değil, hem dışarıyla sınır koyan hem de ilişkiye giren, diğer organlara yer açan, örten ve beynin assosiyasyon korteksinde tüm duyular arasında bağ kuran; tüm bedeni içten dışa kaplayan, nöronlarla aynı kökten gelişmiş olan en büyük ve ilksel organdır. Ten sosyal ve duygusal bir organdır; dokunma duyusu, insan deneyimlerinin en temelidir. Bebek dünyaya geldikten sonra ilk ilişkisel teması yine tensel olandır; meme emme, annenin memesini elleriyle tutma, kremlenme, yıkanma, ısınma, güven dokunsal deneyimlerdir. Dolayısıyla bağlanma ve güven duygusu öncelikli olarak böylesi bir temasın etkisiyle şekillenir. İnsan, sadece söz öncesi dönemde değil, yaşamın ileriki dönemlerinde de sevgiyi, şiddeti, cinselliği öncelikli olarak dokunma üzerinden deneyimlemeye; sözün ötesinde bedenle ve tenle iletişim kurmaya devam eder. Eller ise beyinde en çok yer kaplayan organımızdır ve gözün, parmaklardaki ayırıcı algıya sahip olmadığı; ellerin dünyayı tanıma ve tanımlama özelliğinin gözden ve hatta bedenin diğer tensel alanlarından çok daha keskin olduğu kanıtlanmıştır. Aynı zamanda sözel iletişimden çok daha önce jestürel dil yani ellerin işaret dili vardır, konuşurken dahi hislerimizi tarif ederken sözün eksik kaldığı yerleri elleri türlü işaretleriyle tanımlarız. Öyle ki, savunmasız hissettiğimizde, yakınımızdaki kişinin sırtımızı eliyle sıvazlamasının ya da dokunuşunun sıcaklığının yarattığı güven hissini sözcüklerden çok daha derin ve mesafesiz bir şekilde hissedebiliriz. 

Kil Alanı’nı belirli ölçülerdeki ahşap kutu içindeki kil ve ılık su oluşturur. Bu üç materyal dokunsal nitelikleri itibariyle hem birbirine zıt hem de tamamlayıcı özelliklere sahiptir. Bu, kil ile yapılan diğer dışa vurumcu sanat terapilerinden ayrılan özelliklerinden biridir. Diğer özellik ise, genellikle sanat terapilerinde ellerin ne yaptığına, sonuçta çıkan ürüne ve sembollerine odaklanılırken, Kil Alanı Terapisi’nde ellerin geçirdiği sürece, anlattığı hikayeye odaklanılır. Kil Alanı Terapisi  “insanın düşünsel kurgulardan çıkarak, sezgisel yönlerini devreye soktuğu ve eski yani yapıyı yıkıp kendi gerçekliğini yarattığı bir döngüsel süreç içinde işler.” (Başoğlu Yavuz, 2023). 

Kil Alanı Terapisi’ni diğer beden odaklı terapilerden ayıran ilk nokta ellerin ve tenin hassasiyetidir.  Diğer ayırıcı özelliği ise, ilişkisel dünyayı doğrudan çalışmaya imkan sunmasıdır. Hepimiz yalnız kaldığımız zamanda bile kendimizle ve dünyayla sürekli ilişki halinde bir yaşam süreriz. Dolayısıyla psikolojik ve bedensel yaşantımız sabit değil, iç ve dış dünya arasındaki ilişki içinde sürekli değişen dinamik bir yapı sergiler. İşte Kil Alanı’nın üç boyutlu malzemeleri hem kendimiz hem de dünya ile ilişkimizi yansıtmamız için elle tutulur bir gerçeklik ve bir mekan sunar. Kile dokunurken kil de bize dokunur, biz iz bırakırken kil de bizde iz bırakır. Kilin bir ağırlığı, yapısı, kokusu ve dokusu vardır; suyla yumuşatılabilir, katılaşabilir, form alabilir, dönüştürülebilir, parçalanabilir, değiştirilebilir, mıncıklanabilir vb. Su, rahim, anne ya da yıkıcı bir güç olabilir. Kutu zaman zaman kısıtlayıcı zaman zaman koruyucu bir nitelik taşıyabilir. Malzemelerin ilişkisel anlamı her seans ve kişiye özgü tekrar tekrar kurgulanır. Kil Alanı’ndaki kişi kendisine verilen dünyayı tekrar şekillendirme ve kendini yeniden yaratma imkanı bulur. Bu tüm bedenle yapılan, gerçek bir eylem gerektiren bir ilişki hatta bir iş olduğu için, dönüşüm artık soyut bir kavram değildir; bilakis ete kemiğe bürünmüş yeni bir deneyim, yeni bir hikaye haline gelir. İşte Kil Alanı Terapisi, malzemelerle o an oradaki duyusal- algısal karşılaşma ve hareket ile sadece bedeni değil, o an orada değişen ilişkiler içindeki bedeni çalışarak, diğer beden odaklı terapilerden ayrılır. Aynı zamanda, ellerin geçirdiği süreç üzerine konuşmalar sayesinde, kişi orada yaşananlar ile geçmişi arasında bağ kurabilir ve yeni deneyimleriyle yeni bir anlam dünyası oluşturabilir.  “Böylece sadece bir travma çalışması olmanın ötesine geçerek, kişiyi benlik ve kendi ile ilgili ya da varoluş meselelerini araştırmaya teşvik eden bir keşif alanı olmayı niyet edinmiştir.” (Başoğlu Yavuz, 2024). 

Kil Alanı Terapisi’nde yetişkinler olabildiğince gözleri kapalı çalışarak, nasıl göründüğüne değil, ne olduğuna; zihinsel koşullanmalarına değil sezgi ve dürtülerine odaklanarak etkili bir bilinç dışı çalışma gerçekleştirebilmektedirler. Çocuk ve ergenlerde ise farklı yaş dönemlerine göre uyarlanan çalışmalar yapılmakta, travma, davranım bozuklukları, gelişimsel bozukluklar ve hiperaktivite gibi pek çok konuda faydalı olabildiği görülmektedir.

Kil Alanı Terapisi, grup çalışmalarından ziyade, bireysel terapilere daha uygundur. Seans odasından eve götürülen bir heykel ya da seramik işi değil, bedenleşmiş yeni deneyimler ve anlam dünyasıdır. 


Yönlendirmeli Çizim (Guided Drawing)

“Yönlendirilmeli Çizim, stresin bedensel tepkileri üzerine nörobiyolojik bilgi birikimi üzerine kurulu bir sensorimotor sanat terapisi yaklaşımı; travma bilgisine dayalı beden haritalamasını resmeden bilateral bir çalışmadır.” Cornelia Elbrecht   

Yönlendirmeli Çizim,’de rengarenk, birbiriden çok farklı dokunsal niteliklere, tutuş biçimlerine sahip boyalar ve kalemler kullanılır. Gözleri kapalı yetişkinler her iki eliyle karşısındaki büyük beyaz kağıtların üstünü çizerek, kendi dünyasını yansıtır ve terapist eşliğinde bir geri bildirim döngüsü içine girer.

Yönlendirmeli Çizim, imgeleme ya da sembolik şekiller yaratmaya değil, ritmik hareketlere, bedendeki hislere ve duyusal ifadeye odaklanan bilateral bir çalışmadır.  Bu ritmik hareketlerle ortaya çıkan karalamalar, bedende tutulan gerginliği, kasılma ya da ağrıyı, kalıplaşmış içsel karmaşaları ortaya koyan önemli bir tanılama ya da sorunu belirleme işlevi görür. Terapistin yönlendirmeleri, bedensel belirtilerin hafifletilemesine ve gömülü duyguların serbest kalmasına olanak tanıyan yeni bir ritm ve çizim ortaya çıkarmaya davet eder. Söz gelimi, basit bir çizgi, daire veya kare gibi evrensel şekiller dahi güven hissinin yaşanmasına yardımcı olabilir.  

Ritmik tekrarlar sırasında kişi gerginliğini serbest bırakabilir, ağrısını dindirebilir; sınırlarını yeniden belirleyebilir ya da kendisini yatıştırabilir. Diğer bir deyişle Yönlendirmeli Çizim içsel rehberliğe kulak vermeye ve bedenin kendilik değerini, dengeyi ve sağlığını yeniden kazanmak için neye ihtiyaç duyduğunu dinlemeye davet eder. Böylece kişi kendisine yardım edebildiğini, çaresizlik hissinden sıyrılıp birşeyler yapabildiğini, kendi eylemlerinin duygusal yaşantıları üzerinde somut bir etkisi olduğunu keşfedebilir. İşte, böylesi bir ilk elden deneyimin, oldukça güçlendirici ve kişiyi tekrar ayağa kaldıran bir etkisi olabilmektedir.  

Yönlendirmeli Çizim bireysel terapi, grup terapileri ya da atölyeler halinde uygulanabilmektedir. Tüm bu özellikleriyle sadece kompleks travmada değil, akut travmatik yaşantılar ve saha çalışmaları, psikolojik ilk yardım ve kronik ağrı gibi alanlar için de oldukça elverişli, diğer yöntemlerle entegre etmeye uygun bir yaklaşımdır.


Mindfulness (Farkındalık) Temelli –Entegratif Sanat Terapileri

“Farkındalıkta kişi sadece huzurlu ve mutlu değil, aynı zamanda uyanık ve tetiktedir. Meditasyon kaçış değil; gerçeklikle dingin bir karşılaşmadır." Thich Nhat Hanh

Mindfulness yeni bir kavram değildir; aksine kökleri binlerce yıl öncesine dayanan, zengin bir felsefi ve manevi kaynağı barındıran Sati’ye karşılık gelir, “Berrak bir görüş ve kurtuluşun yoludur” (Buddha). Meditasyon ya da meditatif bir bakışla yaşamak ise dikkati öncelikle bedensel duyulara taşımayı ve yargıları askıya alarak şu an ve buradaki deneyimin bize gösterdiklerine şahit olabilmeyi gerektirir. 

Mindfulness temelli entegratif sanat terapileri, Mindfulness’ın temel felsefi prensiplerini, meditasyonu ve sensorimotor sanat terapilerini homojen bir şekilde bir araya getirir. Meditasyon ve bedensel çalışmalarda keşfedilenler ya da yaşanan dönüşümler sanatsal dışavurumla somutlaştırılır. Boya, kil, el işi ve kolaj malzemeleri gibi pek çok materyal kullanılır. Öncelikli olan, bu basit malzemelerle pek çok yetişkinin çocukluktan sonra kaybettiği ya da üstünü örttüğü yaratıcılığı ve merakı, keşif heyecanını yeniden canlandırmaktır. 

Mindfulness sadece bir kendine yardım ya da rahatlama aracı değildir. Bilakis hayatın ve  tüm yaşayan canlıların değerini görebilmeyi, ölüm- yaşam meselesi üzerine tefekkür etmeyi, şefkati, birlik ve bütünlük hissiyle daha kapsayıcı bir benlik algısını geliştirebilmeyi arar. İşte Mindfulness Temelli Entegratif Sanat Terapileri bu felsefeyi takip eder; meditasyonun ve sanatsal dışavurumun iç içe örüldüğü çalışmalar aşama aşama derinleşir. 

Mindfulness Temelli entegratif sanat terapileri, atölye ve inzivalar ile uygulanmaktadır, hem yetişkin hem de çocuklarla çalışılabilmektedir.


İçindekiler